Aurayı Tanımlamak

Aurayı Tanımlamak

Uygun sınırları belirlemek, bütün psikolojik yöntemlerin ana kuralı ve bütün ilişkilerin temel hoşnutluk ya da tartışma noktasıdır. Ama sınır koymanın, kesinliği olan, bilimsel ve her durumda geçerli bir yöntemi henüz bulunamamıştır.

Makul sınırlar konmadığında kimsenin yaşamının uyumlu bir akışı olmaz. Böyle bir durumda, insanın iç dünyası karşılan­mamış ihtiyaçlar ve gerçekleşmemiş hayaller yığınıyla karma-karışüctır; dış dünyası ise ya aşırı derecede işle ya da umutsuzca bir toplumsal baskıyla sarılıdır. Sınırlarının nerede başlayıp ne­rede bittiğini asla bilemediği için bu insanlar arkadaşlarının duy­gusal sorunlarından çevre meselelerine kadar her şeyi kişisel olarak algılar; bunları kendi sorumlulukları sanıp üstlenirler. Kendilerini, başkalarını ne kadar etkilediklerine göre tanımlar­lar; kendi hayatlarına ne kadar etki ettiklerine göre değil.

Sınırları olmayan kişiler kendilerine sınır oluşturmak için ço­ğu zaman ağırlıklarını kullanırlar: Kilo aldıkça daha fazla yer kaplar ve kendilerini bu şekilde korurlar ya da kilo kaybettikçe özdenetimleri olduğunu ispatlar ve hiçliğin içinde görünmez olurlar. Böyle insanlar kontrolü ellerinde tutmak ve sınırlar koy­mak için kimi zaman da fiziksel güvenlik ya da düzeni kullanır­lar. Bu sahte sınırların hiçbiri işe yaramaz.

Sınırları olmayan kişiler genellikle sağlık konularında, çevre meselelerinde, politikada, iş ya da finans dünyasında aşırı faal bir şekilde rol alırlar. Bunlar kötü faaliyetler değildir ve onlara

da bir zarar vermez. Yine de bu harici faaliyetlere aşırı odaklan­ma hiperaktif ve smır-özürlü insanların tanımlanmasını kolay­laştırır. Ben onlara kaçak şifacılar diyorum.

Kaçak şifacılar sıradan şifacılardan önemli farklılıklar göste­rirler. Onlar yaptıkları işlerde olağanüstü başarılıdırlar ama iç dünyalarına baktığınızda büyük bir boşluk ve kaos görürsünüz. İçlerindeki tüm enerji, iyileştirdikleri kişilere ve olaylara akıp gider; kendilerine ayıracak zamanları yoktur.

Kaçak şifacıları tanımlamanın en iyi yolu, onlara kendileri için ne yaptıklarını sormaktır; dinlenmek ya da kendilerini iyi hissetmek için ne yaptıklarını sormaktır. Şuadan şifacılar böyle bir soruyla karşılaşınca hiç duraksamadan koca bir liste döker­ler. Kaçak şifacılarınsa ya dilleri tutulur ya da içinde bencillik olmayan misyonlarım anlatmaya başlarlar.

Bencillik olmadığı doğrudur. Onlar acılarından “kendilerin­den arınarak”; kendi hayatlarının önemsiz bir parçası haline ge­lerek kurtulmaya çalışırlar. Sürekli başkaları için yaşayarak ve kendilerini ihmal ederek iç dünyalarındaki karmaşadan kurtul­maya çalışırlar. Bu yolda hastalanabilir hatta ölebilirler. Başka­larına şifa verirken ya da toplumsal bir haksızlığa karşı çıkarken iyileştirici enerjilerini yönlendirirler ama sınırları olmadığı ya da smır nedir anlamadıkları için (büyük bir olasılıkla fiziksel ya da ruhsal bir hastalığa yelken açmışken) enerjileri karşı tarafa zararlı da olabilir.

Kaçak şifacılar başka insanların acı içinde olmasına dayana­mazlar. O kişilerin rahatsızlıklarına bağlı öğrenebilecekleri ders­ler olduğunu tamamen göz ardı ederek onları kurtarmaya girişir­ler. Kaçak şifacıların niyetleri iyidir ama sonuçta çözülemez ba­ğımlılıklar yaratırlar çünkü iyileştirmek zorunda ve arzusunda oldukları için olayları akışına bırakamazlar. Sürekli yeni mis­yonlar yaratmak, yeni adaletsizlikler bulup üstüne gitmek ihti-yacındadırlar. Genellikle de işe sizin hayatınızdan ve çektiğiniz sıkıntılardan başlarlar.

Kaçak şifacılığm ardında yatan temel itki dünyayı acıdan kurtarmak gibi görünse de aslında bunu gerçekleştirmeye çalı­şanlar kendi acılarının hatırasından kurtulmaya çalışmaktadırlar.

Bu yüzden kaçak şifacüık, şifacının benlik imajının şifa verme becerisine sımsıkı bağlı olduğu müthiş stres yüklü bir yerden gelmektedir. Kendi ihtiyaçlarım unuturlar; kendi sağlıklarına, evlerine, maddi durumlarına boş verirler: onlar görev başında­dırlar! Seyretmesi acıklı bir görevdir bu. Çünkü kaçak şifacüar daima kendilerini fiziksel ve zihinsel olarak tüketirler; eninde sonunda iyileştirmeyi durdurmak zorunda kalırlar. Bu kaçınıl­maz son geldiğinde kaçak şifacmm dünyası kararır. Misyonu ol­madan ne yapacaktır? Elinde başka nesi vardır ki? Misyonsuz nasıl yaşayacaktır?

Kaçak şifacüar kaçınılmaz son gelmeden önce kendilerini durdurabilir ve enerjilerim kendi hayatlarına yönlendirebilirler-se o zaman bu özünü yıpratma işlemini tersine çevirebilirler. Sı­nırlarını belirleyip kendi acıları üzerinde çalışmaya başladıkla­rında başkalarının acılarını da kabullenebilir ve müdahale et­mekten; yani iyileştirmeye çalışmaktan vazgeçebilirler. İlk adım, başkalarını iyileştirmelerine engel olmaktır. Tamamen durdurulmaları gerekir çünkü, “Hayır” demekten, dinlenmekten ve başkalarından yardım istemekten neredeyse acizdirler.

Kaçak şifacılar huzura, her şeyin adaletli olduğu ve acının ol­madığı bir dünya ile değil, hayati enerjilerini kendilerine yönelt­mekle kavuşacaklardır. Kendilerini iyileştirmeleri ve dünyayı kurtarmaya başlamadan önce kendilerini dengelemeleri gerek­mektedir.

Özgüven sahibi olan bireyler başkalarını iyileştirmeyi ya da adaleti sağlamayı kendilerini yüceltmek için yapmazlar. Onlar, başkalarına yardım edebilmeleri için önce kendilerine yardım etmeleri gerektiğini büirler. Nerede başlayıp nerede duracağını bilen insanlar güvende olmak için ağırlığı kullanmazlar. Fiziksel ve duygusal sınırları kişisel sağlıklarını tehlikeye sokmayacak şekilde çizilmiştir. Sahip oldukları şeylere ne sınırsız bir bağlı­lıkları ne de sınırsız bir aldırmazlıkları vardır. Dünyalarını koru­mak için onu kilitlemek ya da dikenli telle çevirmek gerekliliği duymazlar.

Sınırları olan kişiler kendilerinden istenmedikçe şifa vermez­ler çünkü kendi hayatlarını yaşamakla meşguldürler. Sınırları

olan kişiler başkalarını doğal olarak iyileştirirler. Sınırları olan kişiler kendilerini sıkıntılarından toprakladıkları için güvenilir­dirler. Sınırlarını belirlemiş kişilerin “yuvam” dedikleri rahat, ferah ve ruhsal olarak güvenli bir yerleri vardır.

Hepimizin Tanrı vergisi bir sınırlandırma sistemimiz vardır; auramız. Aura, her ne kadar kendisine uçuk metafizik etiketler yapıştırılsa da aslında sadece bizim varlığımızın kişisel enerji sı­nırıdır.

Görüş alanınızın dışmda olduğu halde birinin size baktığını ya da arkanızdan geldiğini hiç hissettiğiniz oldu mu? Bu, aura-nızın enerji sınırının deneyimidir. En basit haliyle auranızın enerji antenleri bir başkası fiziksel alanınıza girdiğinde sizi uya­racaktır; siz auraları görün ya da görmeyin bu uyarıyı alırsınız. Biraz çalışma ve dikkatle auranızın size duygusal ve ruhsal sı­nırlarınız konusunda söyleyeceklerinin farkındalığına varabilir­siniz. Bu farkındalığı elde ettikten soma gerekli sınırları çizmek bir gizem olmaktan çıkar. Sınırlarınızı gerçek, gerekli ve pratik bir varlık olarak görme ve dokunma yeteneğini kazanırsınız.

Auramz ve kişisel sınır sisteminiz, çocukluktan çıkıp ergen­liğe geçtiğinizde ve ailenizin korumasından uzaklaştıkça sizinle birlikte büyür. İlişkiler, iş, yüksek öğrenim ve sağlıklı cinsel iliş­ki sırasında kaybedilip yeniden bulunan sınır deneyimleri ya­şandıkça farkındalık fazlalaşacaktır.

Olgunlaştıkça yeni ve değişik deneyimler karşısında zaman zaman sınırlarımızı inceltiriz; hatta bazen kaldırırız. Tanıştığı­mız yeni bir insanın, yeni bir fikrin ya da yeni bir deneyimin kendimizi ya da bakış açımızı değiştirmemize değip değmeye­ceğini düşünürüz. Doğru ve yeterli bir destekle çoğumuz bu de­neyimlerden sınırlarımızı daha iyi tanıyarak ve yaşadığımız dünyaya daha uyumlu hale gelmiş olarak çıkarız.

Ancak çoğumuzun sınırlarımızla bağlantıyı kaybetme eğili­mi vardır. Muhtemelen bunun sebebi günlük yaşamda ya da sı­radan bir sohbette olağan bir konuymuş gibi (“N’aber, auran ne alemde?”) bundan söz etmiyor olmamızdır. Ebeveynlik anlayı­şının ve okul eğitiminin temelinde çocuklar üzerinde kontrol kurmak yatar; bu da çocukları tam olarak nerede başlayıp nere­de bittiğini bilmedikleri bir kişisel sınır karmaşası içinde bırakır. Kendi yönünü çizme, bireysellik ve kişiye özel ihtiyaçlar da medya tarafından kirletilmiş ve gruplara bağımlı hale getirilmiş toplum tarafından düzenlenir. Sözle ifade edilsin ya da edilme­sin uyum sağlamak büyük bir baskı olarak kendisini hissettirir. Bunun sonucunda sahip olunması gereken doğru şeylere sahip olan; giyilmesi gereken doğru giysileri giyen; söylenmesi gere­ken doğru sözleri söyleyen, doğru malumatı edinen ve böyle sü­rüp giden bir toplum yaratılır. Böyle bir toplum da kendisiyle bağlantı halinde olan bireyler yaratamaz.

Auranızı yeniden tanımakla, kendinizi yeniden kendi hayatı­nızın içine yerleştirirsiniz; burası iyileşmenin, gerçeğin, spiritü-elliğin ve Tamı’yla bağlantının merkezidir.

AURA NASIL TANIMLANIR?

Şimdi auranızı nasıl tanımlayacağınızı ve temizleyeceğinizi göreceksiniz. Kendinizi topraklayın ve kafanızın içindeki odaya gidin. Ayakta durun ve elips bir balon tarafından tamamen sarıl­dığınızı düşünün. Bu balonun bombeli köşelerini çok parlak hat­ta rahatsız edici derecede parlak bir renkle ışıklandırın. Balonu başınızın üzerinde, ayaklarınızın altmda önünüzde ve her iki ya­nınızda görün (Şekil 3) Bedeniniz ve ışıklı bombeli kenarlar ara­sında 60 ila 75 cm kadar mesafe olmalıdır. Ölçü olarak kol me­safesini kullanmak en iyisidir.

Kafanızın içinde kalın ve topraklama kordonunuzu gözünüzde canlandırın. İlk çakranızdan çıktığının ve aşağıya doğru sakince, istikrarlı bir şekilde aktığının farkına varın. Auranız böyle ışüdan-dırılmışken topraklama kordonunuzu ve aura sınırlarınızı tam olarak görebilirsiniz. Bir kol mesafesinde, ayaklarınızın altmda hepsi birleşmiştir. Topraklama kordonunuzun rengini aura rengi-nize uyacak şekilde değiştirin böylece auranız da istemediği ener­jiyi topraklama kordonunuzu kullanarak temizleyecektir. Harika!

Kafanızın içinde kalın ve auranızı çalışmaya devam edin. Auranızm alanını belirlediniz ve ona parlak bir renk verdiniz, peki garip bir şekil alıyor ya da renk değiştiriyor mu? Size doğ­ru yaklaşıyor ya da noktalar halinde yok oluyor mu? Üzerinde delikler ya da yırtıklar görüyor musunuz? Bedeninizin bazı yer­lerinde rahatsızlık hissediyor musunuz? Eğer öyleyse kendinizi kutlayın, demek ki auranızla irtibata geçtiniz! Hiçbir değişiklik hissetmiyorsanız da kendinizi kutlayın, demek ki auranız sizin­le bu anda olmak istiyor. Her iki durumda da ne gördüğünüz ko­nusunda endişelenmeyin.


Karla McLaren